21 Aralık 2010 Salı

The captain's word is law! :))

Bugün özel bir gün,güzel bir gün.Canım abimin doğduğu gün.

-Şanslı olduğumun 8500. kere beynime kazındığı gün.
-Belki abimle beraber benim de biraz büyüdüğüm gün.
-Öğrenilen her şeyin tekrar gözden geçirildiği,ve bir tane yanlışın olmadığını farkettiğim gün.
-"Nasıl istiyorsam öyle yaşamam gerektiğini" hatırladığım gün.
-"Kimsenin dediklerine aldırmam gerektiğini" tekrar farkettiğim gün.
-Söylemek istediğim o kadar şeyin birden içimde sıkışıp kaldığı gün.

  Bugün,abimin doğduğu gün...
  İyi ki doğdun...


 

6 Aralık 2010 Pazartesi

masumiyet müzesi

Masumiyet müzesi, Orhan Pamuk’un birkaç yıl önce yayınlanmış bir kitabı. Neden bilmiyorum ama yıllarca orijinalini almamak için direndim,korsanını da okumak istemedim.Ve bir gün merakıma yenilip aldım kitabı. Pişman mıyım? Tabii ki hayır.


Orhan pamuk’un bu romanı 60’lı 70’li yılların istanbul’unda geçiyor,daha çok Nişantaşı,Beyoğlu ve Çukurcuma etrafında. Mekanların çoğu (daha çok İstanbullular için) tanıdık yerler,bu da hikayeyi daha da ilgi çekici hale getiriyor.

Roman zengin bir işadamı Kemal Basmacı’nın uzaktan akrabası olan Füsun adlı fakir bir kıza olan aşkı üzerine.Füsun’la kavuşamadığı yılarda ona ait olan eşyaları biriktirip,müze haline getirmesinin hikayesi biraz da kitap.(şu an taksimde bir “masumiyet müzesi”nin olması,okurda “gerçek mi acaba?”duygusu uyandırmıyor da değil.Hoşuma giden bir özellik oldu bu.)

Bu kitabı okuduktan sonra eşyalara,mekanlara daha da çok önem vermeye başladığımı farkettim.Sedayla aldığımız ve sadece bir kere kullandığım bone bile daha çok ifade ediyor artık. Kırmızı bardaklarımı ya da Galatasaray kalemimi daha çok seviyorum. Şarkılar sadece hatırlamamı sağlamıyor,o ana tekrar götürüyor beni.

Bundan sonra,anısı olan her güzel eşya saklanır o zaman…=)

30 Kasım 2010 Salı

biri bana dedi ki...

"bi fark olur,
Yeniden yaşadığını hissedersin.
Ayrılır gülüşler diğerlerinden.
Sen O olur, O da sen.
Kendini sorgulamayı bırakır,O'nu sorarsın.
Bi fark olur
Zaman durur.
O'na gülümsemek farz,bakmak ibadet olur."

1 Kasım 2010 Pazartesi

3 gün üst üste...

Yine 3 gün üst üste yoğun geçen günler…Bu seferki tatlı bir koşturma ama. Önce sami,ben ve celal dergi için metin hazırlamaya gidiyoruz. Her bir araya gelişimizde olduğu gibi satlerce sohbet ediyoruz,yemek yiyoruz ve başlıyoruz. Ama olmuyor. yazımız gülmelerimizle kesiliyor sürekli.sonunda bitiriyoruz ve muhabbetimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Tabi bu eğlencede Veysel faktörünü yok sayamam. Adam bildiğin hasta,ama o haliyle ne dese koparıyor bizi.


Bu iş bitiyor,ben yurduma celal de arkadaşlarının yanına gidecek. Arkadaşları gelmiş Eskişehirden,”sen de gel” diyor.Emre ve Nur’u Celal’den biliyorum zaten,tamam diyorum ben de.Celal’in anlattığı kadar samimiler,ikisiyle de çok iyi anlaşıyoruz ve eğleniyoruz.onlar giderken tekrar görüşmek üzere sözleşiyoruz.

Gökçelere geçiyorum ertesi gün..Kurstan sonra celalle gidiyoruz yine,tuğçe de orda,seviniyorum onu gördüğüme.birtuğ yemek konusunda gayet iyi,aç karnımızı doyuruyor=)o gece de gülmelerimiz kahkahalarımız eksik olmuyor tabi,en çok aklımda kalansa Celal ve zılgıtı.o gittikten sonra film izleyelim diyoruz ama öyle sıkıcı ki “eat,pray,love” yarısında bırakıyoruz.

Tabi bünyeler dayanamıyor,ertesi gün,gece izlemeye korktuğumuz”musallat”ı izleyip çıkıyoruz.(iyi ki gece izlememişiz,gündüz etkilemiyor pek)Kurs her zamanki gibi geçiyor,yemek yemeye gidiyoruz çıkışta.Gökçe,Celal,Sed ve ben her zaman oturduğumuz yerde,her zamanki muhabbetlerimizi yaparken ben bir anda ağlamaya başlıyorum.canlarım şaşkın,kesinlikle ben de şaşkınım.bir yandan hüngür hüngür ağlıyorum,bir yandan da neye ağladığımı düşünüyorum.”yoksa şu mu bozdu moralini?”diyor Seda yada Gökçe,nedenini hala anlayamadığım bir şekilde bağırıyorum canlarıma.

Ancak otobüste kendime geliyorum,biraz daha ağlıyorum…sonra düşünüyorum,ya bu saçma sapan davranışlarım yüzünden kaybedersem onlardan birini… Ama biliyorum,kızmaz onlar bana,anlarlar… yine de benzer bir şey daha yapmamaya söz veriyorum kendi kendime.

Derken gökçe yanlış yerde iniyor ve bunu indikten sonra fark ediyor.bir telefon konuşması yapıyoruz,yapamıyoruz demek daha doğru,çünkü konuşma kahkahalarla kesiliyor yine,bu güzel insanlar keyfimi yerine getiriyor…

Son 2 günümü çözebilmiş değilim ben de.Bazen duyduğum bir parfüm kokusu,bazen yoldan geçerken duyduğum birkaç söz,bazen özlemek,bazen ne istediğimi,ne hissettiğimi,neden düşündüğümü bilememek,olmayacağını bildiğim ve aslında olmasını çok da istemediğim hayaller kurmak,böyle arada kalmak bozuyor moralimi.Kendime kızmaya devam ediyorum ben de…

Eski günlerime dönmek istiyorum bir an önce…

27 Ekim 2010 Çarşamba

hoşgeldin!!=))

Hala da oldum sonunda!Bu sabah katıldı “ Zeynep Ada” ailemize=) Tabi Sevgili komşum Süreyya Abim olmasa öğrenemeyecektim.Nasıl oluyor dersen blog,canım annem düşünmüş ki resmini çekip Gamze’ye gönderelim sürpriz yapalım.Ben öğrenince olmadı tabi.Sabah annemi arayıp:”Melia babaanne oldu diyorlar senin için?”dedim önce kızar gibi.Sonra ben de çok güldüm kendime ama n’aparsın=)Ama benim de şöyle bir planım var canım annem için,evlendiğim zaman fotoğrafı çekip yollasam,”annem sürpriz bu da damadın” desem…Evlatlıktan reddedilir miyim acaba?=)


Ada gelince ailenin en küçük kızı tacımı kendisine devretmiş olsam da,cadılık konusunda süpürgemi vermem!:p Ama ne biliyorsam öğreteceğim o ayrı=)

Yeğenim için ilk isteklerim,her zaman istediğine ulaşan,değer vermeyi ve eğlenmeyi çok iyi bilen biri olması.(isteklerim bitmez benim ama ilk gün için bu kadar yeterli sanırım. =) )

Ada…O sadece yeğenim değil de zamanın nasıl geçtiğinin göstergesi sanki.Benim “abim” onun babası artık…hepimizin apayrı bir sorumluluğu Ada…

İyi ki geldi…

=)

18 Ekim 2010 Pazartesi

bi' araştırma yapıyoruz da... =)

   Yine Sed,yine Gamiz ve yine boş vakit!Sıkıldık,bir şeyler yapalım diyoruz,ama olmuyor,ne yapsak günümüz geçmiyor.Tam o sırada telefon çalıyor ve anket yapar mıyız diye soruyor:neden olmasın?=)

   İlk gün sedle gittik,dikiliyoruz,bir yandan insan yakalamaya çalışıyoruz.kimsenin vakti yok.En çok güldüğüm şey de hesi sebep söylüyor…(kaynım geldi yemek yok,çocuğu alacağım okuldan,yavrum evde hasta var…)Kiminden randevu alıyoruz biz hep buradayız diye=)kendi genellememe bakılırsa;

-Yaşlılar kırmıyor

-Kadınlar şikayetçi,

-Genç çiftler çok eğlenceli,

-Rakı alan insanlar çok rahat…=)

   Kimi ülkeyi bırakmayın bu insanlara diyor,okuyun kızlar maaşınız olsun diyor,herkes bir şeyler söylüyor…
   Bu sırada küçük çocuklar geçiyor,çok şirinler.Kendime diyorum ki “gamze acaba kasmasan mı kariyer falan diye,baksana ne tatlılar…” O sırada küçük bir kız geliyor,göz kırpıyorum ve anında marketin orta yerinde “hayıııııııırrr”diye bağırıyor..Oyuncaklarını yere atıyor,vereyim diyorum çığlığı basıyor.sonra da babasına koşuyor.”Tamam” diyorum içimden,evren gönderdi sinyali gamze,çocuk mocuk senlik işler değil,böyle birşey de çıkabilir=)” Söylediğim cümleyi unutup işimi yapmaya devam ediyorum...Seda da bu arada markette ne kadar yabancı varsa eliyle koymuş gibi buluyor,belirtmek lazım=)Mimaroba’da Koreli buluşu ve ilk anketini bir Rusla yapmasını kendi en güzel şekilde anlatır ama söylemeden de geçemiyorum=)
   İşimiz bitince kendimizi otobüse atıp İspanyolca kursuna koşuyoruz.İlk derse yarım saat gecikince bir şey kaybedilmez sanıyoruz ama öyle değilmiş işte,onu anlıyoruz.Laura çok tatlı bir insan,öğretmenden çok ülkesinden ziyarete gelmiş de bize dil öğretmeye çalışıyor gibi.Ortamı da seviyorum zaten,sınıf çok eğlenceli.bütün yorguluğumu,sıkıntımı unutuyorum…
   Ertesi gün aynı tempodan sonra Özlem,ben ve Celal dönüyoruz artık.Arka beşlideyiz,yanımızda bir çocuk,annesinin kucağında sürekli bize bakıyor.sonra konuşmaya başlıyoruz,Yılmaz dünkü çocuğun aksine çok tatlı.Onun yaptığını unutturmak ister gibi kendi aldığı kitabı veriyor bana.Renault,Toyota ve Fiat görünce direk markaları söylüyor,ve Toyota şarkısını=)En sevdiğin şarkı ne diyoruz “poşet” diyor=) Annesi “ablaları sevdin mi?” diyor, Yılmaz “evet” diyor.”çok mu sevdin peki?” “ Hayır.” O an bayılıyoruz Yılmaz’a,”Maşallah” deyip iniyoruz otobüsten.”Aslında böyle bir şey de çıkabilir gamze” diyorum, ama hemen vazgeçiyorum.Yılmaz gibi yeğen yeterli =)
   Son 3 günüm düşündüğümden de eğlenceli geçiyor…Bakalım daha nelerle karşılaşacağız=)

8 Ekim 2010 Cuma

"beni bu havalar mahvetti..."

   Sürekli yaptığım bir şey olarak:kendime sarmak.Yılın bir dönemi mutlaka yapıyorum bunu,neden anlamıyorum da.Artık rahat mı batıyor,rahatsız mı hissediyorum nedir,ben de bilmiyorum.

   Şunu fark ettim ki,herkesi,her şeyi anlayabilen,anlayış gösterebilen ben,bir tek kendimi anlamıyorum.Çözemiyorum bir türlü,olmuyor işte.bir dengesizliktir,aldım başımı gidiyorum,hadi bakalım.
   Sevmediğim insan yoktur mesela, ama sevdiklerim de çok azdır.Sakinimdir,kolay sinirlenmem,ama an gelir en olmadık şeye parlarım.Tahammül sınırlarım geniş derim,ama katlanamam da sıkıntıya.Yormam kendimi aslında ama en çok ben koştururum nedense.Hiç bir zaman anlayamadım kendimi,kimse anlamadı bu dengesizliğimin nedenini.
   Havalardan mıdır nedir,yazın ne kadar umursamazsam,rahatsam şimdi o kadar takıyorum her şeyi.Bir yandan da dünya umrumda değil…Bakalım nereye kadar…

5 Ekim 2010 Salı

ders kitabı...

    Olamaz.insanın kaval kemiği ağrımaz yürümekten,benim ağrıyor işte.Evet,kabul ediyorum kilomun önlenemez bir yükselişi var ve zayıflamak zorundayım,bunun için de spor yapmam,yürümem, lazım.Ama hiç bu kadar tahmin etmemiştim.her şey Sedle noter işimi halletmek için Osmanbey’e gitmemizle(Beylikdüzü neyime yetmedi acaba?) başladı,ben sandım ki ordan direk taksime geçeriz,sonra yemek yeriz.geçtik,ama yürüyerek.yedim,fazlasıyla.pişmanım blog,valla yok bir daha sadece salata yerim.Bu arada noterdeki kadın”bu yeni mi çıktı,geçen yıl yoktunuz,dün de bir topluluk geldi buraya” dedi.o an “geçen yıl da Unkapanındaydık,neresi ucuzsa ilginç bir biçimde yayılıyor birden öğrencilerin arasında,biz de oraya gidiyoruz…”demek geldiyse de “bilmem” dedim sadece.

     Sonra dükkan dükkan kitap aradık.Gerekli gereksiz her şey var,bir hukuk kitabı yok arkadaş!taksimde girmediğim kitapçı kalmadı…otomatiğe bağlamış biçimde:”Ders kitabı satıyor musunuz?”modundaydım…Kısacası,hukuk kitabı dışında ne bulduysam aldım.(O değil de son hukuk kitabını seda’ya kaptırdım,bana cd aldırıp kaptı kitabı=) )
      Yürüdük yürüdük…Kitapçıya yürüdük,yemekten sonra yürüdük,metrobüse yürüdük…(bunu tek yaptım =) )
      Bir de küçük prenses gördüm bugün,babası çocuk ellerini silmeyince “ama sen eskiden hep peki derdin” diyor,kız da “ama hayır demiyorum ki şimdi anlamadım toz göremiyorum…”ufak,şirin,zeki.
     Ama bu aralar küçük,sinir bozucu,saçma şeyleri çok düşünür oldum.Ya da olması gereken budur da,ben hep ufak,şirin,keyifli dünyamda yaşamışımdır…

26 Eylül 2010 Pazar

barcelona... :s

     İnsanın gözünü hırs bürümeye görsün..Göz bir şey görmüyor,o işi yaparım bunu da yaparım aman para gelsin de Barcelona’ya gideyim de…Hiç istediğim şekilde paramı kazanayım istediğim gibi giderim demek yok…   


     Anladım ki hemşirelikten cumhuriyet başsavcılığına kadar ne iş olsa yapamazmışım.Şöyle fark ettim bunu da,bu geniş yelpazede çok kısa bir süre için satış danışmanlığı yapmayı düşündüm.Kızım sen bir bak kendine,odasını toplamayan,40 dk. Ayakta duramayan,laf anlatmaya,ikna etmeye sıkılan kim?Satış danışmanlığıymış..Neyse gittik Sedle görüşmeye,böyle bir şey olamaz!Herkes o firmadan alışveriş yapıyor sözde,ama gel gör ki orda satış danışmanlığı yapmak istiyor…Gülerler adama be.(güldüm de zaten,hem kendime,hem onlara…)İkinci görüşmeye giderken aydınlandık Sedayla,yok dedik,bu bize göre değil..Barcelona’ya gitmek değil mesele,mesele istediğimiz işi yapıp gidebilmek dedik dayı misali.Kendimiz için bir şeyler yapalım,mutlu olalım işte en güzeli…Ama tabi ki Barcelona’dan da vazgeçmek yok!=)

     Son günlerde fark ettim ki herkesin kabullenmek zorunda olduğu,yapamayacağı şeyler var,mesela ben bu işi yapamazmışım…Bir de Harry Kewell var hayatımın gerçeği,kabullenmek zorunda olduğum…Kimsenin onun gibi gülümsemediği gerçeği…=)

17 Eylül 2010 Cuma

Barcelona Barcelona...

     İstanbul’a geldim sonunda. Tabi ki önce Sed dedim ve geldim Beylikdüzüne=) 3 gündür boş geçen bir dakikam yok, ve hepsi birbirinden keyifli=)

Düşündük, taşındık Barcelona’ya gidelim tatile dedik .Ama nerde biz bir dediğimizle yaptıramıyoruz ki istediklerimizi.Sonra da çalışalım para biriktirelim,öyle gidelim o zaman dedik=)Hal böyle olunca durum:”Hemşirelikten cumhuriyet başsavcılığına kadar ne iş olsa yaparız.”, dedik,ve ilk iş görüşmemize gittik bir süpermarkete.Bakma sen görüşmemiz dediğime çünkü ben çağrılmadım,ama Sed’le gittim şansımı deneyeyim diye.Girdik,böyle depo gibi bir yerde insan kaynakları,pardon gibisi fazla oldu bildiğin depo.O an anladım ki adamlar yalvarsa çalışamam ben orda.(yok be yalvarsalar çalışırdım belki ama neyse.)Yan tarafta tavukların konduğu buzdolabı,aklımdan binbir senaryo geçiyor,orda kilitli kalıyorum falan.Sonra hafiften de karanlık gibi,biri türkü söylüyor uzaktan...Felaket senaryolarına devam:Fatmagül’ün suçu ne derken Gamze nur’un suçu ne olmasın olay?=) Zaten Merter’de…=) Neyse,Sed girdi ilk olarak,10 dakika sonra çıktı.Sonradan öğrendim ki adam da 5dk telefonda konuşmuş.efendim,şartlarda anlaşamamışlar(!) e Sed anlaşamadıysa ben de anlaşamam çünkü cv de aynı kafa yapısı da aynı,her şeyimiz aynı=)Ortamı terk edip taksim’e geçtik=)
     Buraya kadar geldik,bir fal baktıralım dedim,o nedir!Bütün enerjim gitti.Bilmiyorum belki de duymak istediklerim söylenmedi diye,ya da hiç bir şey söylenmedi.Tek aklımda kalan:”bırak artık eskileri…” bir şey de bilemedi zaten ama staj konusunda söyledikleri çıkarsa sevinirim o ayrı=)
     İlk iş görüşmemem böyle sonuçlandı yani.Bakalım,ikinci iş görüşmem Salı.Bu sefer görüşme ama,çağrıldım.Aslında bir itiraf:çağırttım kendimi.Numarayı arayıp “beni aramışsınız” deyince başvurunuz için dediler,çağrılmış oldum yeniden.(evet öncekine gidememiştim,çağrılmışlığım var yani)
Bakalım Barcelona’ya gitmeye çalışma maceralarımızda nelerle karşılaşacağız daha…=)

14 Eylül 2010 Salı

eşyalarımı toplarken...

    Eşyalarımı toplamayı sevmişimdir her zaman.Bazen kaybettiklerimi bulurum,bazen uzun zamandır kullanmadığım bir eşyam bir sürü şeyi hatırlatır…Üzülürüm,gülerim ama hatırlarım işte..=)Bugün de doğum günümü kutlayan bir not buldum,upuzun bir not.Belli ki benim yazdığım bir şeye cevaben yazılmış,ama ne yazık ki ben ne yazdığımı doğru dürüst hatırlamıyorum bile,hala görüştüğüm ve hayatımda yeri olan bir insan olduğu halde:s

    Eskiden olsa kızardım kendime.Ama değişiyoruz işte,belki de bu kadar değiştiğimden hatırlamıyorum,e bi tek ben değilim ki,notu yazan da hatırlamaz bence.hem şimdi o notta yazdığı gibi miyiz?beraberiz ama…Bilemiyorum çok şey değişiyor,yine de saklayacağım notumu…
   Birkaç şey daha buldum da…Onları götürmek gibi bir niyetim yok,bir daha hatırlayasım da yok…Bazen de böyle oluyor işte eşya toplarken… =))

8 Eylül 2010 Çarşamba

ben bu yıl...

Aynı şeyleri yaşamaktan sıkıldım.


Aynı şeylerin konuşulmasından da sıkıldım.

Aynı müzikleri dinlemekten,aynı saçlardan,birbirinin aynı insanlardan sıkıldım.

İncir çekirdeğinin onda biri bile kadar beyin sahibi olmayan insanların her şeyin en iyisini biliyormuşçasına ahkam kesmelerinden sıkıldım.

Herkes hakkında bir fikri olup da kendilerine hiç bakmayanlardan sıkıldım.

Sürekli “ama ben hep iyi niyetliyim” deyip kendini haklı çıkarmaya çalışanlardan sıkıldım…

Her şeyin en iyisini yaptığını,bildiğini iddia edip başkalarına kulp takanlardan sıkıldım.

Samimiyetsizlikten sıkıldım.

Ben bu yıl,kendim de dahil olmak üzere her şeyden çok sıkıldım.

6 Eylül 2010 Pazartesi

art masalları...

       Artun’la 3 gün…Derler ya,”bir ömürsün” diye,3 günü bir ömür gibi yaşattı sağolsun=)Aslında bu 3 güne dair yazılacak çok şey var,ama yavaş yavaş anlatmak lazım.Art benim tanıdığım en… insanlardan.Ona bir tanımlama bulmak zor.Bir çok yönden farklıyız da aslında,ama o benim canım kardeşim oldu hep.bazen ablam oldu,bazen kızdı falan… derken bugünlere geldik:p  Art tanımını fazla uzatmayacağım,o yüzden onun bir masalıyla bitiriyorum yazımı.

      Uzak ülkelerin birinde bir yakışıklı bir genç yaşarmış.Hırslı bir gençmiş bu,hep kral olduğunu hayal edermiş.Bir gün kral bir ferman yayınlamış,en beğendiği gençle kızını evlendireceğini söylemiş.Bunu duyan prens bir heyecanlanmış,Hemen atmış kendini yollara.Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken karşısına dev bir ayı çıkmış”çekil yolumdan len” diye bağırmış ayıya.Ayı da küfretmiş buna,”sie ordan benim bu ormanın sahibi defol git lan!” demiş.(art bunları çorum şivesi ve daha fazla küfürle anlattı tabi-kendisinin çorumla herhangi bir alakası yoktur,leblebi falan da yemez öyle alakasızdır)bizim prens de hemen tırsmış,bükmüş boynunu “tamam abi yaa” deyip ağlaya ağlaya geri dönmüş.O sırada karşısına bir göl çıkmış,gölün içinde kocaman bir canavar.Canavar da “geçirmeeemmm”diye yırtınmış,bizimkisi “yaavvv sen ne güzel şeysin hiç yakışıyor mu hadi geçir geçir beni” demiş.” “e iyi madem,ama sonra gel gör beni” demiş canavar,geçirmiş çocuğu.Neyse çocuk saraya gitmiş,kralın kızı “aayyy baba bunu bana aaaalllll”demiş,kral da “kızım sen çok çirkinsin bu çocuk pek hoşmuş,en iyisi ben evleneyim bunla”demiş.Kral ve genç evlenip mutlu mesut yaşamış,prenses de ülkeyi tek başına yönetmiş.
Yani gamz, kimseye güvenmece yok deyip bitirir art masalını kahkahalarımız eşliğinde… =))

22 Ağustos 2010 Pazar

günün en güzel yanı...

Daha mutlu olamazdım bugün sanırım. en yakın arkadaşlarımdan birini buldum,daha ne olsun!Sonunda işe yaradın facebook=)


Küçüktük,aynı apartmandaydık,beraber büyüdük biz..beraber gittik geldik okula,akşam ezanına kadar beraber oynadık sokakta=)..Sonra taşınınca bir daha yan yana gelmek kısmet olmadı hiç..Hep aradım aslında ama bugüneymiş demek…

Nasıl mutlu oldum sorma blog=)görüşeceğiz de en kısa zamanda…ben bugün,en yakın arkadaşlarımdan birini buldumm!!=) hiç öyle facebookta hep öyle zaten deme.Bu sefer görüşülecek.öyle umuyorum en azından…

21 Ağustos 2010 Cumartesi

internetsiz günlerde...

Sıkıldım internetim yok. Oruç tuttum, haliyle yiyecek bir şey yok. sed yok. Mesaj hakkı yok. Ondan, bundan haber yok. Sıcak. Sıkıcı. Soğuk ve uzağım. Bir şeyler olmasını bekler gibi bir halim var ama ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Yapacak bir şey yok, yapacak bir şey olursa içimde istek yok. Eve kapanıp bir daha dışarı çıkasım yok. Zaman geçsin gitsin gibi bir isteğim de yok. Kısacası hiçbir şey yok.(bir kedim ve Bursa’dan gol haberi de yok, belirtmek gerek: p  )


Sevmiyorum sıcakları ben, kışmış benim mevsimim bunu anladım. O kadar soğukta bile yaptığım her şeyden çok zevk alırım ama ne mümkün bu sıcaklarda…

Yine de içimde bir huzur var bu hiçbir şey yapmadan geçirdiğim bugünlerde. Düşünmüyorum, üzülmüyorum, tarif edilmez bir rahatlığım var… Bu üçünü kolay kolay yakalayamam ben bir arada… Ama asıl istediğim şey bu yılki koşuşturmam başladığında da bu 3 şeyin benimle olması… =)

12 Ağustos 2010 Perşembe

"eski bir dostu bekler gibi"

Ve beklenen oldu… Dağhan külegeç “Efe” karakteriyle kavak yellerine geri döndü.ne kadar anlamlı olmuş bölümün adı:”eski bir dostu bekler gibi”.
İlk başladığı zamanlarda nasıl izlerdim kaçırmadan, en çok da Efe’yi severdim. zamanla uzayan her dizi ya da kısacası uzayan her şey gibi kaval yelleri de tatsızlaştı, Efe’miz gitti, ben de diziyi izlemeyi bıraktım.

Peki, Efe’nin geri dönüşü neden bu kadar insanı kilitledi tekrar diziye? Sadece sevdiğimiz bir karakter diye mi?

Başkalarını bilmem ama ben sanırım bu diziyi ilk izlediğim zamanları özlüyorum. Lise 2 sonu, ÖSS ye hazırlık dönemim, sonra üniversitede ilk yılım… Efe’nin olduğu bu 3 sezon,bana bu birbirinden güzel geçen 3 yılımı hatırlattı…

Bana o güzel günlerimi hatırlatan her şeyi, herkesi çok seviyorum ve çok özlüyorum zaten…

8 Ağustos 2010 Pazar

...

“Tüm ilişkilerinde problemli erkekleri bulan kadın” diye bir yazı okudum biraz önce.yazı değil aslında,bir sürü görüş.kimisi “bulan problemlidir” diyor,kimisi “şiddetle kaçının” diyor..herkes farklı bir şeyler söylüyor.sahi,kimdir problemli erkek?neye göre sınıflandırıyoruz bunu?çiçek almamak mı problem,kendini düşünmesi mi,bizi düşünmemesi mi…?yoksa çevremizdekilerin söyledikleriyle mi değerlendiriyoruz karşımızdakini?

Bence en büyük problem kişinin kendisi..ne diyordu şair:”sen izin vermezsen kim üzebilir seni?”biz izin vermesek,düşünmesek,ya da sadece kendi duygularımızla değerlendirsek,biraz da karşımızdakine saygı duysak..üzülür müyüz bu kadar?ille kendimiz gibi mi olmalı karşımızdaki de?olmayınca mı problemler oluşuyor?
problemli kadın ya da erkek yok bence.”problemli durumlar” var.
Allah kimseyi bu problemli durumlarla karşılaştırmasın diyelim o zaman=)

7 Ağustos 2010 Cumartesi

sed ne yaparsa...=)

       Kaç gündür aklımda aslında.benim de bir blogum olsun,alsam mı almasam mı...biraz da üşengeçlik var tabi=)evet,her gün internete giren ben,fazladan bi sayfa açıp blog açmaya üşendim.ne zaman ki seda "hadi blog açıyoruz"dedi,tamam dedim.komutlarla çalışıyorum ben.=)neyse,açtık bakalım blogumuzu,neler olacak bakalım bu çok beklentimiz olan 3.yılımızda...