21 Aralık 2010 Salı

The captain's word is law! :))

Bugün özel bir gün,güzel bir gün.Canım abimin doğduğu gün.

-Şanslı olduğumun 8500. kere beynime kazındığı gün.
-Belki abimle beraber benim de biraz büyüdüğüm gün.
-Öğrenilen her şeyin tekrar gözden geçirildiği,ve bir tane yanlışın olmadığını farkettiğim gün.
-"Nasıl istiyorsam öyle yaşamam gerektiğini" hatırladığım gün.
-"Kimsenin dediklerine aldırmam gerektiğini" tekrar farkettiğim gün.
-Söylemek istediğim o kadar şeyin birden içimde sıkışıp kaldığı gün.

  Bugün,abimin doğduğu gün...
  İyi ki doğdun...


 

6 Aralık 2010 Pazartesi

masumiyet müzesi

Masumiyet müzesi, Orhan Pamuk’un birkaç yıl önce yayınlanmış bir kitabı. Neden bilmiyorum ama yıllarca orijinalini almamak için direndim,korsanını da okumak istemedim.Ve bir gün merakıma yenilip aldım kitabı. Pişman mıyım? Tabii ki hayır.


Orhan pamuk’un bu romanı 60’lı 70’li yılların istanbul’unda geçiyor,daha çok Nişantaşı,Beyoğlu ve Çukurcuma etrafında. Mekanların çoğu (daha çok İstanbullular için) tanıdık yerler,bu da hikayeyi daha da ilgi çekici hale getiriyor.

Roman zengin bir işadamı Kemal Basmacı’nın uzaktan akrabası olan Füsun adlı fakir bir kıza olan aşkı üzerine.Füsun’la kavuşamadığı yılarda ona ait olan eşyaları biriktirip,müze haline getirmesinin hikayesi biraz da kitap.(şu an taksimde bir “masumiyet müzesi”nin olması,okurda “gerçek mi acaba?”duygusu uyandırmıyor da değil.Hoşuma giden bir özellik oldu bu.)

Bu kitabı okuduktan sonra eşyalara,mekanlara daha da çok önem vermeye başladığımı farkettim.Sedayla aldığımız ve sadece bir kere kullandığım bone bile daha çok ifade ediyor artık. Kırmızı bardaklarımı ya da Galatasaray kalemimi daha çok seviyorum. Şarkılar sadece hatırlamamı sağlamıyor,o ana tekrar götürüyor beni.

Bundan sonra,anısı olan her güzel eşya saklanır o zaman…=)